Fes: Bir Başlığın Gölgesinde Unutulmayan Hikâyeler
Geçenlerde babaannemin eski sandığını karıştırırken elime kadife kırmızısı bir fes geçti. Üstünde altın rengi püskülü hâlâ ışığı yakalıyordu. Sandıktan yayılan naftalin kokusuna karışan bir hatıra sanki kulağıma fısıldadı: “Ben sadece bir başlık değilim, bir dönemin sessiz tanığıyım.”
O an anladım, fesin hikâyesi sadece kumaşla değil, insanlarla, duygularla, değişimle yazılmıştı.
Peki, gerçekten fes nedir, anlamı nedir? Gelin, bu hikâyeyi birlikte dinleyelim.
Bir Dönemin Baş Tacı: Fesin Doğuşu
Fes, adını Kuzey Afrika’daki Fas’ın Fez şehrinden alır. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı coğrafyasına girmiş, ama II. Mahmud döneminde (1826) resmi kıyafetin bir parçası olarak benimsenmiştir.
O dönemde sadece bir başlık değil, modernleşmenin simgesi kabul edilirdi.
Kırmızı rengi, coğrafyaya ve kültüre göre değişse de anlamı hep aynıydı: saygı, vakar ve aidiyet.
Ama her nesne gibi fesin de bir hikâyesi vardı; içinde stratejik zihinler, empatik kalpler ve değişimin kaçınılmaz rüzgârı…
Ahmet: “Düzeni korumak için değişim şart.”
Ahmet, Tanzimat döneminde İstanbul’da yaşayan genç bir devlet memuruydu.
Fes, onun için sadece bir kıyafet değil, devlet ciddiyetinin sembolüydü.
“Yeni düzen için eskiyi terk etmeliyiz,” derdi. Kıyafet devrimlerinin bir parçası olmayı gururla taşıyordu.
Her sabah fesini özenle siler, aynaya bakar ve içinden “Bu fes, medeniyetin adımıdır” diye geçirirdi.
Ahmet’in gözünde fes, stratejik bir hamleydi — bir ülkenin Batı’ya açılan penceresi.
Ama bu pencerenin öte yanında, aynı fese bambaşka anlamlar yükleyen biri vardı…
Elif: “Fes sadece başta durmaz, kalpte de bir yer taşır.”
Elif, Ahmet’in eşi. Mahallede herkes onu “kalbiyle konuşan kadın” olarak bilirdi.
Ahmet eve geldiğinde fesini çıkarır, masaya bırakırdı. Elif, o fesin her çizgisinde onun yorgunluğunu okurdu.
Bir gün ona şöyle dedi:
“Sen fesin altında ülkeyi taşıyorsun belki, ama ben o fesin içinde seni görüyorum. Bazen başta durur, bazen yüreğe iner.”
Elif için fes, kimliğin değil, duygunun sembolüydü.
Erkekler fesle devletin yüzünü temsil ederken, kadınlar o fesin anlamını evin içinde, sessiz bir sevgiyle yaşatıyordu.
Değişimin Rüzgârı: Fesin Yasaklanışı ve Sessiz Vedası
Yıl 1925. Şapka Kanunu yürürlüğe girmişti. Fes, artık yasaktı.
Ahmet, kararın gerekliliğini anlıyordu ama içi buruktu. Çünkü fes, sadece bir başlık değil, hayatının bir parçasıydı.
Elif ise fesin sandığa kaldırıldığı o gün, sessizce gözyaşı döktü.
“Bir dönemin başı bitti, ama hatırası kalacak,” dedi.
O fes, yıllar sonra torunlarının eline geçtiğinde bile geçmişin kokusunu taşımaya devam etti.
Çünkü bazı eşyalar, zamanın değil, duyguların izini taşır.
Fesin Anlamı: Bir Kimlikten Fazlası
Bugün fes, bir aksesuar, bir folklor öğesi, bazen bir nostalji sembolü olarak karşımıza çıkıyor.
Ama tarihsel anlamıyla fes, kimlik, aidiyet ve değişim arasındaki dengeyi temsil eder.
Erkekler için düzenin, stratejinin simgesiyken, kadınlar için o düzenin arkasındaki insan hikâyelerinin taşıyıcısıdır.
Her biri fesin içine bir anlam yerleştirir: kimisi görev, kimisi sevda, kimisi özlem…
Ve bu yüzden, fes sadece tarih kitaplarında değil, insan kalbinde yaşamaya devam eder.
Fesin Gölgesinde Kalan Duygular
Belki bir gün sen de bir antikacıda, bir sandıkta ya da bir müzede bir fes göreceksin.
O an onu sadece eski bir başlık olarak değil, bir hikâyenin sessiz kahramanı olarak düşün.
Ahmet’in düzenine, Elif’in sevgisine, bir dönemin değişimine tanıklık etmiş bir başlıktır o.
Kırmızı rengi, yalnızca kumaştan değil; umut, özlem ve tarih karışımı bir renkten oluşur.
Peki Senin Gözünde Fes Ne İfade Ediyor?
Sence fes, geçmişin bir simgesi mi, yoksa bugüne taşınan bir kimlik parçası mı?
Yorumlarda paylaş: Belki senin hikâyende de bir fes vardır, dedenden kalan bir hatıra, bir düğün fotoğrafı, ya da sadece bir merak…
Unutma, her nesne bir hikâye taşır. Fesin hikâyesi de hâlâ anlatılmaya devam ediyor.