Göreceği Gelmek Ne Anlama Gelir? Bir Filozofun Bakışıyla Kader, Bilgi ve Varlık Üzerine
Giriş: Bir Filozofun Sessiz Cümlesi
Her çağın insanı, kendi zamanını anlamaya çalışırken bazı kelimelere tutunur. “Göreceği gelmek” ifadesi de bu türden derin bir halk deyişidir—görünüşte sade, ama felsefi olarak çok katmanlı. Bu söz, hem kaderi hem bilginin sınırlarını hem de varoluşun yönünü ima eder. Bir filozofun gözünden bakıldığında, bu ifade “olması gerekenin kaçınılmaz biçimde tezahür etmesi” anlamına gelir. Bu yazı, bu deyişi üç felsefi düzlemde —etik, epistemoloji ve ontoloji— ele alarak, dilin içindeki bilgelik damarını çözümlemeye çalışacaktır.
Epistemolojik Boyut: Bilmek mi, Görmek mi?
Epistemoloji yani bilgi felsefesi açısından “göreceği gelmek”, bilginin doğasıyla ilgili bir soruyu gündeme getirir: Bilmek görmek midir? İnsan, çoğu zaman bir olay gerçekleşmeden önce onun ipuçlarını sezgisel biçimde hisseder. Bu, Platon’un “anımsama” (anamnesis) teorisini hatırlatır—bilgi zaten ruhta vardır, deneyim onu hatırlatır. “Göreceği gelmek” ifadesi de bu sezgisel bilgeliği taşır: İnsan, bilincinde olmasa da kendi geleceğini bir yerlerde “bilir”. Bu bilme, rasyonel değil, varoluşsal bir farkındalıktır.
Modern epistemolojide bu durum, önceden bilgiye sahip olma yanılsaması olarak da açıklanabilir. Ancak fenomenolojik açıdan bakıldığında, bu “önsezi” bir yanılsama değil, bilincin zamanla kurduğu doğal ilişkidir. Husserl’in de belirttiği gibi, her algı bir gelecek yönelimine sahiptir. Yani insan, şimdiyi yaşarken bile geleceğe ait bir anlam örüntüsünü sezgisel olarak taşır. “Göreceği gelmek” tam da bu noktada, zamanın akışında bilincin gizli bilgisine dönüşür.
Ontolojik Boyut: Olmak ve Olacak Olan
Ontoloji, yani varlık felsefesi, “göreceği gelmek” ifadesinde kader ve varoluş arasındaki gerilimi sorgular. Bu ifade, bir şeyin kendi doğasına uygun olarak gerçekleşeceği fikrini barındırır. Heidegger’in “varlık kendi zamansallığında açığa çıkar” görüşüyle uyumludur. Her varlık, kendi potansiyelini gerçekleştirmek için bir süreçten geçer; dolayısıyla “göreceği gelmek” bir varoluşsal tamamlanma halidir.
Bu açıdan bakıldığında, söz kaderci bir teslimiyet değil, varlığın kendi akışına güven anlamına gelir. Her şeyin bir zamanı ve yönü vardır; insan bu yönü hızlandıramaz, yalnızca anlamlandırabilir. Tohumun çiçeğe, düşüncenin eyleme, arzunun karara dönüşmesi gibi, her şey kendi “göreceği”ni bulur. Bu, Spinoza’nın “doğanın zorunluluğu” dediği şeyle de paraleldir: Her şey, doğasının gereği olarak olur. Dolayısıyla “göreceği gelmek”, kaderle özgür iradenin kesiştiği ince bir çizgidir—insan ne kadar çabalarsa çabalasın, sonunda doğasıyla uyumlu olan gerçekleşir.
Etik Boyut: Kaçınılmaz Olanla Yaşamak
Etik felsefe açısından “göreceği gelmek”, insanın eylemleriyle kaderi arasındaki ahlaki ilişkiyi gündeme getirir. Eğer bir şeyin “göreceği gelecekse”, o halde insanın sorumluluğu nedir? Bu soru, determinist etik tartışmalarının özüdür. Stoacılara göre, olaylar üzerinde tam bir kontrolümüz yoktur; ancak onlara verdiğimiz tepkiler bizim erdemimizi belirler. “Göreceği gelmek” ifadesi de bu stoacı tavrın halk dilindeki karşılığı gibidir: İnsan, kontrol edemediği olaylar karşısında metanet göstermeli, olana anlam katmalıdır.
Modern etik kuramlarında bu düşünce, varoluşçu sorumlulukla yeniden yorumlanır. Sartre’ın özgürlük anlayışına göre insan, başına gelenleri seçmez ama onlara yüklediği anlamı seçer. Dolayısıyla “göreceği gelmek” pasif bir bekleyiş değil, aktif bir anlam kurma sürecidir. İnsan, kaderini belirleyemez ama onunla etik bir ilişki kurabilir. Bu ilişki, bilincin olgunluğudur.
Düşünsel Derinlik: Dilin Felsefi Hafızası
Türkçe deyimler, halk felsefesinin en yoğun biçimlerinden biridir. “Göreceği gelmek” ifadesi, bilgi, kader ve varlık anlayışımızın dildeki yansımasıdır. Bu deyim, yaşamın doğrusal değil, döngüsel bir akış olduğunu ima eder. İnsan bir olayı yaşarken, aslında onun çok önceden örülmüş anlam ağının içine düşer. Deyimin kendisi, epistemolojik bir tevazu önerir: “Bilmediğin şeyi yargılama; zamanı geldiğinde anlayacaksın.”
Bu açıdan bakıldığında, “göreceği gelmek” yalnızca gelecekle ilgili değil, zamanın bütünlüğüyle ilgilidir. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki fark, bilinçte kurulan bir algıdır; oysa varoluş, bunların hepsini bir anda taşır. İnsan, yaşadıkça görür; gördükçe anlar; anladıkça da var olur.
Sonuç: Görmek, Bilmek, Olmak
“Göreceği gelmek”, yaşamın kendi iç yasasını dile getirir. Bu ifade, ne yalnızca kadercidir ne de salt rasyoneldir; aksine, insanın dünyadaki yerini hatırlatan felsefi bir bilgeliktir. Bilmekle görmek arasındaki farkı kapatmak, insanın temel arayışıdır.
Belki de asıl soru şudur: Gerçekten görmek, ne zaman başlar? Bir şey gerçekleştiğinde mi, yoksa biz onu anlamlandırdığımızda mı? “Göreceği gelmek”, bu sorunun halk dilindeki cevabıdır: Her şey, kendi vaktinde görünür.
Şimdi düşünün: Sizce “göreceği gelmek” kaderin sessizliği mi, bilincin aydınlanması mı? Yoksa ikisi aynı şey midir?