Karadeniz Nasıl Bir Deniz? Romantize Edilmiş Bir Gerçekliğin Sert Anatomisi
Giriş: “Hırçın” Diye Geçiştirmek Kolay, Hakikati Konuşmak Zor
Karadeniz’i “hırçın”, “koyu”, “sır dolu” diye yüceltmek artık yetmiyor. Ben söyleyeyim: Karadeniz, Türkiye’nin en yanlış anlaşılan denizidir. Evet, kıyıları büyüleyici; evet, dalgaları şiir yazdırır. Ama şu soruyu cesurca sormadan edemeyiz: Karadeniz nasıl bir deniz ve onu romantize etmek, gerçek problemleri görünmez kılmıyor mu? Bu yazıda Karadeniz’in bilimsel, ekolojik ve sosyoekonomik gerçekliğini, özellikle de zayıf ve tartışmalı yanlarını masaya koyuyorum. Katılmayan varsa yoruma gelsin.
Yarı Kapalı Havza: Güzelliğin Bedeli, Kırılganlık
Karadeniz, dar boğaz bağlantılarıyla (özellikle İstanbul Boğazı) Akdeniz sistemine eklemlenen yarı kapalı bir deniz. Bu ne demek? Sirkülasyon sınırlı; kirlilik ve besin tuzları kolay girer, zor çıkar. Nehirlerin (Tuna, Dinyeper, Don, Kızılırmak, Yeşilırmak) taşıdığı tatlı su, yüzeyde düşük tuzluluklu bir tabaka oluşturur; altta ise daha tuzlu ve ağır sular yığılır. Bu keskin tabakalaşma (stratifizasyon), Karadeniz’in derinliklerini oksijenden mahrum bırakır. Sonuç: derin su kütlelerinde kalıcı oksijensizlik ve hidrojen sülfür varlığı. “Derinlerde hayat var” masalını bir kenara koyun; Karadeniz’in büyük bir hacmi pratikte yaşama kapalıdır.
İki Yönlü Akışın İnce Ayarı ve Kırılma Noktaları
Boğazlar boyunca, yüzeyden Akdeniz’e doğru giden tatlı su etkili akış ve dipten Karadeniz’e sızan daha tuzlu dönüş akımı vardır. Bu “ince ayar”, denizin nefes borusu gibidir. Kıyı yapılaşması, derin deniz deşarjları, gemi trafiği ve ısınan iklim bu dengeyi bozduğunda faturayı tüm havza öder. “Boğazlar nefes, Karadeniz akciğer” benzetmesi abartı değil.
Ekolojik Çatlaklar: Aşırı Avcılık, İstilacılar, Eutrofikasyon
Karadeniz’in besin ağını ayakta tutan türlerin başında pelajik stoklar gelir (hamsi başta). Sorun şu: aşırı avcılık ve öngörüsüz kota yönetimi, nüfus dalgalanmalarını büyütür. Bir sezon “bol hamsi” alkışı ertesi yıl ekosistem geri tepmeleri ile boğuşur. Üstüne 1980’lerden itibaren balast sularıyla taşınan istilacı türler (ör. taraklı denizanası gibi jelimsi avcılar) bazı dönemlerde zooplanktonu sömürerek balık yavrularının gıda zincirini çökertti. “Doğa dengeler” tesellisi, yönetimsiz bırakıldığında bıçak sırtıdır.
Eutrofikasyon (aşırı besin yüklenmesi) ise kıyı kentleri, tarımsal drenaj ve nehirler üzerinden azot-fosfor taşınımıyla tırmandı; alg patlamaları, şeffaflık kaybı ve kıyısal hipoksi dalgaları, “yazın deniz neden bulanık?” sorusunun kısa cevabı. Karadeniz’in “koyu” imajı sadece ışık oyunları değil, insan kaynaklı bir gölgelenme.
Kıyıların Sessiz Krizi: Erozyon, Beton, Mikroplastikler
Kıyı çizgisi, barajlar ve kıyı yapılaşması nedeniyle doğal sediman akışını kaybediyor; fırtına dalgalarıyla birlikte kıyı erozyonu hızlanıyor. “Dalgakıran kuralım, mesele çözülsün” kolaycılığı, sediman dengesini daha da bozuyor. Üstüne bir de mikroplastikler ve atık yönetimindeki açıklar eklendi mi, kıyı ekosistemleri kümülatif stres altında eziliyor. Karadeniz’in kıyı balıkları, deniz çayırları ve bentik toplulukları bu yükü ne kadar daha taşıyabilir?
Hava ve Dalga Rejimi: Romantizm Değil, Sert Bir Laboratuvar
Karadeniz’in meteorolojisi nazlanmaz; ani basınç değişimleri, sert kuzey rüzgârları ve kısa periyotlu ama enerjik dalga rejimi denizi bir “fırtına laboratuvarına” çevirir. Bu durum, küçük tekne balıkçılığını riskli, kıyı altyapısını kırılgan kılar. “Hırçın Karadeniz” sadece bir edebî motif değil; gerçek bir mühendislik sınavı. Sahil yolu, liman, iskele tasarımları dalga iklimiyle inatla pazarlık eder; doğa ise sonunda faturayı keser.
İklim Krizi: Isınan Yüzey, Derinlerde Sessiz Baskı
Yükselen deniz yüzeyi sıcaklıkları, stratifikasyonu güçlendirir; üst katmanın daha “tembel” karışması, alt katmanların oksijensizliğini kalıcılaştırır. Aşırı hava olayları, taşkınlar ve ani besin yüklemeleri kıyı ekosistemlerini şoklar. “Karadeniz nasıl bir deniz?” sorusunun iklim çağı cevabı: tepkisel, stres altındaki bir deniz.
Ekonomi ve Politika: Balık Tezgâhından Enerji Koridorlarına
Karadeniz kıyı ekonomileri balıkçılıktan turizme, limancılıktan kablo/boru hatlarına kadar çok katmanlı. Sorun şu ki yönetim yaklaşımı hâlâ parçalı: bir yanda stoklar zayıflarken, diğer yanda kıyı turizmi “mavi bayrak” hayal ediyor. Peki taşıma kapasitesi tartışmasını ne zaman ciddiyetle yapacağız? Deniz, sınırsız bir kaynak değil; müktesebata uygun, bilim temelli bölgesel iş birliği olmadan Karadeniz’e sürdürülebilir bir gelecek yazılamaz. Sert ama net: “Bugünkü pratiklerle yarınki Karadeniz’i garanti edemeyiz.”
Provokatif Sorular: Harekete Geçirmek İçin
Hamsi bolluğu mu istiyoruz, yoksa tezgâhı doldurup ekosistemi boşaltmayı mı?
Kıyı dolgusuyla bugün yol kazanıp yarın fırtına dalgalarına daha büyük kayıplar mı bırakıyoruz?
Atık suyu derine deşarj etmek “gözden ırak, gönülden ırak” mıdır; yoksa oksijensiz hacmi büyüten bir toplu unutkanlık mı?
Karadeniz’i marka yapmak mı istiyoruz, yoksa önce onu yaşatmak mı? Hangisi?
Sonuç: Karadeniz, Hassas Bir Eşik—Ya Bilimle Yönetiriz Ya da Masallarla Oyalarız
“Karadeniz nasıl bir deniz?” diye soranlara, kulağa romantik gelmeyecek ama gerçeğe yakın bir cevap: Kırılgan, tabakalaşmış, derinlerinde oksijensiz ve insan etkisine aşırı duyarlı bir deniz. Güzelliği tartışılmaz; ama sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Bilim temelli balıkçılık yönetimi, havza çapında besin yükü azaltımı, kıyı planlamasında sediman dengesini önceleyen çözümler ve bölgesel koordinasyon olmadan Karadeniz’in hikâyesi, nostaljiyle parlatılmış bir kayıp anlatısına dönüşebilir.
Şimdi top sizde: Romantizmi mi çoğaltacağız, yoksa bilim ve akılla Karadeniz’in geleceğini mi yazacağız?